... Veya Türkiye'de yabancı olmak nasıl bir duygu?
Ağustos ayında güneşli, sıcak, güzel bir öğleden sonrasıydı.
İstanbul'a ilk geldiğimde, şehrin bütün güzelliklerini tanıyayım diye, bana
rehberlik eden arkadaşımla Kadıköy'e doğru yürüyorduk. Haydarpaşa Garı'nın
rayları üstünde geçirmek üzere, tam köprünün başında gözlerim camı kırılmış,
metruk bir simit arabasını andıran bir araca takıldı. Kırık cama yapıştırılmış
bir kâğıtta renkleri solmuş harflerle "poğaça" yazıyordu. O anda
anladım ki yabancı bir ülkeye değil, sanki kendi memleketime gelmiş gibiydim.
"Poğaçanın Türkiye'de yabancı olmanın duygusuyla ne alakası var ki"
diye hayret ettiğinizi duyuyor gibiyim. Bin derden su getirmeden onu anlatayım.
Türkiye'ye ilk kez dört yaşlarındayken gelmişim. Annem ve babam
ömürlerinde bir kere Asya'da olduklarıyla övünebilmek amacıyla, Fatih Sultan
Mehmet Köprüsü'nden geçip, Anadolu yakasına varınca geri dönüp, arkalarına bile
bakmadan Macaristan'a doğru yola çıktılar. Arabanın arka koltuğunda uyuduğum
için İstanbul'un ne kadar güzel olduğunu hiç hatırlayamıyordum, Türkiye'de
yabancı olmanın nasıl bir duygu olduğundan bahsetmiyorum bile. Aradan tam 21
yıl geçince, bakayım beni bu sefer uyanık tutabilecek kadar güzel mi diye
İstanbul'a geri döndüm... Ve bir kez daha ayrılamadım buradan...
Gelmeden önce, annemle babam ellerinden gelen her şeyle aklımı
çelmeye çalışıyorlardı. Babam Türklerin kötü araba kullanışlarından saatlerce
söz ediyordu. Annem ise bizimkinden farklı dini olan bir ülkeye gitmenin
tehlikeli taraflarını tekrarlıyordu sürekli. Makul sebepleri sona erince, Macaristan'ın
XV-XVI. yüzyıldaki, Osmanlı İmparatorluk'un çağına ait, karanlık tarihinden söz
etmeye koyuldular. Boşuna. İkisinin de sözleri beni kararımdan caydıramadı ama
biraz düşündürdü. Fakat İstanbul'dayken anladım ki bütün o endişeler
boşunaymış.
Dünyanın çok fazla yerini gezmiştim ama bu kadar misafirperver,
yardımsever insanlarla hiç tanışmamıştım. Türkiye'ye ilk geldiğimde hiç Türkçe
bilmeme rağmen, sanki kendi evimdeymiş gibiydim. Türk kültürü ile kendi
kültürüm arasındaki farklar beni korkutmak yerine, bu yeni kültürü daha iyi
anlayabilmek, daha iyi tanımak isteğini uyandırdı. Annem ve babamın
anlattıklarının aksine sadece farklar değil, iki kültür arasında bol bol benzerlik
de bulabildim. Çoktan merak etmeliydiniz poğaça da o benzerliklerden biridir.
Fark ettim ki ana dilim olan Macarca ve Türkçe, dil bilgisi ve kelimeler
açısından birbirlerine çok benzeyen diller. Ömrüm boyunca pogácsa'nın %100
Macar olduğunu düşündükten sonra, Türkiye'ye gelip, poğaça sözcüğünü görüp ve o
poğaçayı tattıktan sonra aklımda bir şüphe kalmadı: Türkiye benim ikinci evim.
Macar olmama rağmen Türkiye'de kendimi hiç yabancı gibi
hissetmiyorum. Tam tersi. Bazen Türkçe ile zorluk çeksem de, yardıma gelen
vatandaşlar sayesinde ben burada yabancı değil, dilini daha tamamen öğrenmemiş
ama çok meraklı, etrafını keşfetmek isteyen bir çocuk gibiyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder