13 Şubat 2015 Cuma

Bize de mi poğaça!

... Veya Türkiye'de yabancı olmak nasıl bir duygu?

Ağustos ayında güneşli, sıcak, güzel bir öğleden sonrasıydı. İstanbul'a ilk geldiğimde, şehrin bütün güzelliklerini tanıyayım diye, bana rehberlik eden arkadaşımla Kadıköy'e doğru yürüyorduk. Haydarpaşa Garı'nın rayları üstünde geçirmek üzere, tam köprünün başında gözlerim camı kırılmış, metruk bir simit arabasını andıran bir araca takıldı. Kırık cama yapıştırılmış bir kâğıtta renkleri solmuş harflerle "poğaça" yazıyordu. O anda anladım ki yabancı bir ülkeye değil, sanki kendi memleketime gelmiş gibiydim. "Poğaçanın Türkiye'de yabancı olmanın duygusuyla ne alakası var ki" diye hayret ettiğinizi duyuyor gibiyim. Bin derden su getirmeden onu anlatayım.

Türkiye'ye ilk kez dört yaşlarındayken gelmişim. Annem ve babam ömürlerinde bir kere Asya'da olduklarıyla övünebilmek amacıyla, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden geçip, Anadolu yakasına varınca geri dönüp, arkalarına bile bakmadan Macaristan'a doğru yola çıktılar. Arabanın arka koltuğunda uyuduğum için İstanbul'un ne kadar güzel olduğunu hiç hatırlayamıyordum, Türkiye'de yabancı olmanın nasıl bir duygu olduğundan bahsetmiyorum bile. Aradan tam 21 yıl geçince, bakayım beni bu sefer uyanık tutabilecek kadar güzel mi diye İstanbul'a geri döndüm... Ve bir kez daha ayrılamadım buradan...

Gelmeden önce, annemle babam ellerinden gelen her şeyle aklımı çelmeye çalışıyorlardı. Babam Türklerin kötü araba kullanışlarından saatlerce söz ediyordu. Annem ise bizimkinden farklı dini olan bir ülkeye gitmenin tehlikeli taraflarını tekrarlıyordu sürekli. Makul sebepleri sona erince, Macaristan'ın XV-XVI. yüzyıldaki, Osmanlı İmparatorluk'un çağına ait, karanlık tarihinden söz etmeye koyuldular. Boşuna. İkisinin de sözleri beni kararımdan caydıramadı ama biraz düşündürdü. Fakat İstanbul'dayken anladım ki bütün o endişeler boşunaymış.

Dünyanın çok fazla yerini gezmiştim ama bu kadar misafirperver, yardımsever insanlarla hiç tanışmamıştım. Türkiye'ye ilk geldiğimde hiç Türkçe bilmeme rağmen, sanki kendi evimdeymiş gibiydim. Türk kültürü ile kendi kültürüm arasındaki farklar beni korkutmak yerine, bu yeni kültürü daha iyi anlayabilmek, daha iyi tanımak isteğini uyandırdı. Annem ve babamın anlattıklarının aksine sadece farklar değil, iki kültür arasında bol bol benzerlik de bulabildim. Çoktan merak etmeliydiniz poğaça da o benzerliklerden biridir. Fark ettim ki ana dilim olan Macarca ve Türkçe, dil bilgisi ve kelimeler açısından birbirlerine çok benzeyen diller. Ömrüm boyunca pogácsa'nın %100 Macar olduğunu düşündükten sonra, Türkiye'ye gelip, poğaça sözcüğünü görüp ve o poğaçayı tattıktan sonra aklımda bir şüphe kalmadı: Türkiye benim ikinci evim.

Macar olmama rağmen Türkiye'de kendimi hiç yabancı gibi hissetmiyorum. Tam tersi. Bazen Türkçe ile zorluk çeksem de, yardıma gelen vatandaşlar sayesinde ben burada yabancı değil, dilini daha tamamen öğrenmemiş ama çok meraklı, etrafını keşfetmek isteyen bir çocuk gibiyim.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder