15 Şubat 2015 Pazar

İllâ Lilla

Bu olur olmaz yerlerde kullanılan ifade var ya "adı üstünde" diye. Tamam da ne kadar üstünde?

Starbucks'ta Mtarbucks'ta takılmaya içim elvermediği için gittiğim zaman da adam gibi ismi olan içecekleri tercih ediyorum. Genelde cappuccino, Türk kahvesi, sıcak çikolata ile yetiniyorum ama insanın arkadaşı mangolu smoothie siparişi verince insan merak ediyor ya. "O da neyin nesi?" diye sordum ve yemin ediyorum hayatımda hiç bu kadar bilgilendirici, aydınlatıcı bir cevap almamıştım. "İşte bildiğin smoothie mango tadında." Hmm, bak sen. Bu kadar basitmiş. Ben anlayamıyormuşum. Aydınlanma çağı ancak sipariş gelince başladı: buzlu içecekmiş... Buzlu içecekmiş!! İnsanoğlu tarafından nede anlaşılır bir ismi varmış! Smoothie nedir ya! Hemen Türkçe bir isim bulmak lazım buna...
Çizburger, çiğköfte, mercimek çorbası... Bunlar tamam. İnsan hemen anlar ne olduğunu; adı üstünde.

İşte benim meselem de budur: adım üstümde. Fakat kim olduğumu insanlar değil, kader çok iyi anlamışa benziyor ve beni hep layık gördüğü olaylara yönlendiriyor. Nasıl mı?

Adım Lilla. Biliyorum, ilk bakışta bunda hayre verici bir şey yok, sıradan bir yabancı isimdir. Anlamı var mı yok mu bilmiyorum. Sormayın da. Meselenin aslı NE ANLAMA geldiği değil, NEREDEN geldiğidir. Eflatun, hani lila rengi var ya. İşte oradan gelmiyor ve onunla hiç mi hiç alakası yok. O şairler yok mu o şairler. Gece gündüz demeden kavuşulmaz bir aşk peşinde oldukları için şiirleri hep üzüntülüdür. (Aslında, Enver Aysever'in dediği gibi "İmkânlı olan zaten aşk değildir".) Zaten mutlu bir şair görüldü mü hiç? Üzüntü mutluluktan daha çok ilham vericiye benziyor. Bu da insan doğasından kaynaklanıyor olmalı: üzüntüyü kiminle olursa olsun paylaşırız ama mutluluğu hep kendimize saklarız. Yapmayın öyle, şikâyet etmeyin. Dinleyenlerin %80'inin zerre kadar umrunda değil, %20'si ise o kadar hain ki sevinir.

Her neyse... İşte benim adım da böyle bir şair tarafından ortaya çıkarılmıştır. XVIII. yüzyılın sonuna doğru yaşamış Mihály Csokonai Vitéz, Macar aşk şairliğinin en önemli temsilcilerinden biridir. 25 yaşlarındayken Julianna Vajda adlı bir kadına âşık olmuş ve aşkına karşılık verilmiş. Şiirlerinde Julianna'ya "Lilla" diye bir takma isim koymuş. Fakat bu mutluluk kızın ailesi tarafından kabul edilmemiş, hoş görülmemiş ve dokuz ay sonra Lilla'nın başka biriyle evlendirmesiyle sona erdirilmiş. Üzüntünün en dibine düşen şairimiz birkaç yıl sonra, akçiğer yangısı hastalığıyla baş edemediği için 31 yaşındayken ölmüş.

Şimdi ayrıntılara göz gezdirelim...

Kızın adı olan "Julianna" kulağımıza nereden tanıdık gelebilir? Başka yerden değilse de "Romeo ile Juliet" hikâyesinden. Bir de sanki böyle bir öyküyü daha önce de duyduğunuz hissi gelmiyor mu içinizden? Kızın ailesi aşka engel olmuş, kızı başka biriyle evlendirmiş falan... Hiç değilse, "Leyla ile Mecnun" hikâyesini hepimiz duymuşuzdur diye düşünüyorum. İsimlere de bakacak olursanız: Lilla ile Mihály, Leyla ile Mecnun; ortada L ve M harfleriyle tuhaf bir tesadüf var. Ama bu kadarıyla da kalmıyor. Csokonai'ya dair bir söz bile duymadığına emin olduğum bir hoca ismimi öğrenince bana neşeyle: "Haa, adının Türkçesi Leyla, biliyor muydun?" diye sordu. Al işte kader... Meseleye herhangi bir açıdan bakarsak, imkânsız bir aşk hikâyesi ortaya çıkar.

Aslında bu çok şeyi açıklıyor. L ve M harflerinin bir araya geldiği zaman bir tuhaflık oluyor, işler ters gitmeye başlıyor ve ne yaparsan yap olmuyor bir türlü. Oysaki alfabede de yan yana duruyorlar. Sanki kaderin kaba bir şakasının kurbanlarıymış gibi.

Söyleyecek başka ne kalmış acaba? Kendi iyilikleri için M'ler kendilerini benden uzak tutsunlar. Her ihtimale karşı K'ler de sakın yaklaşmasınlar. M ve K'si bir arada olanlar ise akıllarının ucundan bile geçmeyeyim. Ya da... İlle de gelsinler! Bu kaderin baştan yazılması gerek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder