19 Şubat 2015 Perşembe

Sarı Fincan Kırık Fincan

Günlerden perşembe.
Küçük bir ölüm kalım mücadelesinden sonra, balık konservesindekini andıran bir durumda yine metrobüsteyim. Aynı tas aynı hamam. Sadece nefesim değil, zaman duygularım da kesiliyor; dakikalar bir türlü geçmiyor. Okmeydanı ve Darülaceze durakları arasında bir yerde, bu vaziyet bir an önce geçsin diye gözlerimi çizmemin burnuna dikip boş boş bakarak hoş düşüncelere dalmaya çalışıyorum. Birden kendimi bir tekerleme tekrarlarken yakalıyorum: Sárga bögre görbe bögre, sárga bögre görbe bögre, sárga bögre görbe bögre... "Aklımın hangi ucundan geldi bu şimdi?" diye şaşırarak aniden kendimi geçmişte buluveriyorum...

İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, görünüşü, davranışı ne kadar düzgün olursa olsun, babaannesini her ziyaret ettiğinde çocukken ne kadar yaramaz olduğunu hatırlatılmaktan kaçamaz. Onlar ki beni iyi tanıdıklarını düşünüyorlar ancak babaannemi dinledikten sonra anlayabilirler ki nasıl da yanılıyorlar.
Anlattıklarına göre yaramazlık yapmaya beklediklerinden daha küçük yaşta başlamışım. Tam birkaç dişim çıkınca erişebildiğim her şeyi çiğnemeye çalışmışım. İster kitaplar, ister uzaktan kumanda, ister plaklar, ister kuzenimin boyaları, her şeyin tadına bakmaya kalkışmışım. Günlerden bir gün annem sessizliğimden şüphelenip odamın kapısını açmış ki beni ateş ölçeri tadarken yakalamış. Derken ölçerin camı pat diye kırılmış. Ben yanlış bir şey yaptığımı bildiğim için, annem ise korkudan ve meraktan çığlık atıp ağlamaya başlamışız. Ailem bir dakika bile sıkılmasın diye bu macerayı sayısız yaramazlığın izlemesini sağladım.
Anaokulundayken en iyi arkadaşımla güzel vakit geçirmek üzere bir masanın altına saklanıp birbirimizin saçlarını kesmeye koyulmuştuk. Yeni görünüşümüzden son derece memnun bir halde masanın altından çıkmıştık fakat halimizi fark eden hiç kimse bizim kadar mutlu görünmüyordu. Böylece dört yaşımdayken beklediğim kadar başarılı olamadığım için kuaförlük kariyerimi terk etmek zorunda kaldım. Kuaför olamadım ama makastan annem ve babam bir türlü beni uzak tutamadı. Oysa ellerinden gelen her şeyi denediler. Gerek güzel sözlerle gerekse bana dayak atarak yaramazlıktan beni vazgeçirmeye çalışmışlardı. Ama bütün çabaları boşa gitmiş anlaşılan...
Önceki cezanın anıları henüz silinmediği halde elime yine bir makas alıp masanın altına saklandım. Fakat bu sefer kuaför olmak üzere değil, terzi olmak için yeterince yeteneğim olup olmadığını kontrol etmek üzere gözden kayboldum. İşime yarayan başka bir bez bulamadığım için pantolonumu kesmeye başladım. Aslında yepyeni olan pantolonumu iyice kestikten sonra iğne iplik alıp dikmeye koyuldum, yalnız bu sefer yaptığım işten ben de pek memnun kalmadım. Er ya da geç babaannemin beni bulacağını biliyordum ve yaptığım yaramazlığı izleyecek azarı düşünmeye cesaret bile edemedim. "Mademki zararı ip ve iğne ile onaramadım, makas ile onarırım" diye düşünüp pantolonun bacaklarını tamamen kestim. Ama istediğim sonuca bu hareket ile de ulaşamadım. Bütün çabalarım boşa gittiyse de bu macerayı izleyen olaylar bu güne kadar anneannemin en sevdiği fıkralarından biridir.
Gel zaman git zaman, yaramazlık yapmaktan gitgide vazgeçtim. Fakat babaannem için o şarısın, mavi gözlü, son derece yaramaz küçük kızdan hala farksızım. 

İyi ki bu düşünce silsilesinin sonuna varabildim çünkü birden "Sayın yolcularımız! Zincirlikuyu bu yöndeki son istasyonumuzdur. Söğütlüçeşme istikametine gidecek yolcularımızın..." çoktan ezberlemiş olduğum duyurusu yapıldı ve beni gerçekliğe geri döndürdü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder