Günlerden perşembe.
Küçük bir ölüm kalım
mücadelesinden sonra, balık konservesindekini andıran bir durumda yine
metrobüsteyim. Aynı tas aynı hamam. Sadece nefesim değil, zaman duygularım da
kesiliyor; dakikalar bir türlü geçmiyor. Okmeydanı ve Darülaceze durakları
arasında bir yerde, bu vaziyet bir an önce geçsin diye gözlerimi çizmemin
burnuna dikip boş boş bakarak hoş düşüncelere dalmaya çalışıyorum. Birden kendimi
bir tekerleme tekrarlarken yakalıyorum: Sárga bögre görbe bögre, sárga bögre
görbe bögre, sárga bögre görbe bögre... "Aklımın hangi ucundan geldi bu
şimdi?" diye şaşırarak aniden kendimi geçmişte buluveriyorum...
İnsan kaç yaşına gelirse
gelsin, görünüşü, davranışı ne kadar düzgün olursa olsun, babaannesini her
ziyaret ettiğinde çocukken ne kadar yaramaz olduğunu hatırlatılmaktan kaçamaz.
Onlar ki beni iyi tanıdıklarını düşünüyorlar ancak babaannemi dinledikten sonra
anlayabilirler ki nasıl da yanılıyorlar.
Anlattıklarına göre yaramazlık
yapmaya beklediklerinden daha küçük yaşta başlamışım. Tam birkaç dişim çıkınca
erişebildiğim her şeyi çiğnemeye çalışmışım. İster kitaplar, ister uzaktan
kumanda, ister plaklar, ister kuzenimin boyaları, her şeyin tadına bakmaya
kalkışmışım. Günlerden bir gün annem sessizliğimden şüphelenip odamın kapısını
açmış ki beni ateş ölçeri tadarken yakalamış. Derken ölçerin camı pat diye
kırılmış. Ben yanlış bir şey yaptığımı bildiğim için, annem ise korkudan ve
meraktan çığlık atıp ağlamaya başlamışız. Ailem bir dakika bile sıkılmasın diye
bu macerayı sayısız yaramazlığın izlemesini sağladım.
Anaokulundayken en iyi
arkadaşımla güzel vakit geçirmek üzere bir masanın altına saklanıp birbirimizin
saçlarını kesmeye koyulmuştuk. Yeni görünüşümüzden son derece memnun bir halde
masanın altından çıkmıştık fakat halimizi fark eden hiç kimse bizim kadar mutlu
görünmüyordu. Böylece dört yaşımdayken beklediğim kadar başarılı olamadığım
için kuaförlük kariyerimi terk etmek zorunda kaldım. Kuaför olamadım ama
makastan annem ve babam bir türlü beni uzak tutamadı. Oysa ellerinden gelen her
şeyi denediler. Gerek güzel sözlerle gerekse bana dayak atarak yaramazlıktan
beni vazgeçirmeye çalışmışlardı. Ama bütün çabaları boşa gitmiş anlaşılan...
Önceki cezanın anıları henüz
silinmediği halde elime yine bir makas alıp masanın altına saklandım. Fakat bu
sefer kuaför olmak üzere değil, terzi olmak için yeterince yeteneğim olup
olmadığını kontrol etmek üzere gözden kayboldum. İşime yarayan başka bir bez
bulamadığım için pantolonumu kesmeye başladım. Aslında yepyeni olan pantolonumu
iyice kestikten sonra iğne iplik alıp dikmeye koyuldum, yalnız bu sefer
yaptığım işten ben de pek memnun kalmadım. Er ya da geç babaannemin beni
bulacağını biliyordum ve yaptığım yaramazlığı izleyecek azarı düşünmeye cesaret
bile edemedim. "Mademki zararı ip ve iğne ile onaramadım, makas ile onarırım"
diye düşünüp pantolonun bacaklarını tamamen kestim. Ama istediğim sonuca bu
hareket ile de ulaşamadım. Bütün çabalarım boşa gittiyse de bu macerayı izleyen
olaylar bu güne kadar anneannemin en sevdiği fıkralarından biridir.
Gel zaman git zaman, yaramazlık
yapmaktan gitgide vazgeçtim. Fakat babaannem için o şarısın, mavi gözlü, son
derece yaramaz küçük kızdan hala farksızım.
İyi ki bu düşünce
silsilesinin sonuna varabildim çünkü birden "Sayın yolcularımız! Zincirlikuyu
bu yöndeki son istasyonumuzdur. Söğütlüçeşme istikametine gidecek
yolcularımızın..." çoktan ezberlemiş olduğum duyurusu yapıldı ve beni
gerçekliğe geri döndürdü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder